ANAYASA,
AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ EK PROTOLÜNÜN 1. MADDESİ VE AVRUPA İNSAN HAKLARI
MAHKEMESİ KARARLARI IŞIĞINDA 6487
SAYILI KANUNUN 21. MADDESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Kamuoyunda alkol düzenlemesi olarak bilinen ve 24 Mayıs 2013 tarihinde TBMM’de kabul edilen 6487 sayılı torba yasada yer alan 21.
Madde, kamulaştırma hukukunda temel düzenlemeler getirmiştir. Buna göre anılan yasa yürürlükteki 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici 6.maddesinin tümünü yeniden düzenlemiş ancak yeni düzenlemelerin ilk bakışta anlaşılacak bir sistematikle yapılmaması nedeniyle neredeyse her satır ve ibarenin tek tek incelenmesi gerekmiştir.
DEĞİŞİKİLİKLERİN GETİRDİKLERİ:
A.
Dava
Şartı Olarak Uzlaşma:
09.10.1956
tarihi ile 04.11.1983
tarihleri arasında fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş
yani kamulaştırmasız
el atma yoluyla, idare tarafından fiili hakimiyet kurulmuş
tasarruflar için öncelikle
uzlaşma zorunluluğu
getirilmiştir. Her ne kadar değişiklikten
önce de uzlaşma
yoluna gidilmesi esas olarak kabul edilse de bir dava şartı
olarak görülmüyordu.
Nitekim uygulamada Yargıtay 5. H.D.
2011/17065E, 2012/4278K. Nolu kararında,
“5999 sayılı
Yasa uyarınca uzlaşma
esas ise de; taraflar arasında uzlaşma
olamayacağı anlaşıldığından,
dava konusu taşınmaz imar planı
içine alınıp,
kanal üzerinden de yol geçirilmek
suretiyle el atıldığı anlaşıldığından,
mahkemece sorumlu idare belirlendikten ve davaya dâhil
edildikten sonra işin esasına
girilerek hüküm kurulması
gerekir.” ifadeleriyle bir dava şartı
olarak görmediğini
açıkça belirlemiştir.
Madde değiştirilen
haliyle uzlaşmayı, HMK 114. Maddesindeki[1] dava şartlarına
ek olarak getirmiştir. Hâlbuki
Avrupa insan Hakları Sözleşmesinin
adil yargılanmayı
düzenleyen 6 maddenin birinci fıkrasında
“, “Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar
verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” ifadesiyle makul sürede
adalete erişimin sağlanması
ilkesi, madde metninde yer alan 3’er ve 6’şar
aylık süreler
de dikkate alındığında göz
ardı edilmektedir.
Ayrıca
diğer kamulaştırmasız
el atma davarlarında öngörülmeyen
uzlaştırma sürecinin
özel olarak, bahsi geçen
tarihlerde el atılan taşınmazlar
için uygulanması,
mülkiyet hakkının “zaman ötesi”
niteliği ve Anayasa’nın
eşitlik ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
B. Uzlaşma
Görüşmelerinde
İzlenecek Usul:
Yapılan değişiklikle
uzlaşma sürecinde
idare tarafından, taşınmaz
malikine yapılacak teklif sıralaması
tümüyle değiştirilmiş,
idareye tanınan yetki bağlı
yetki haline getirilmiştir. Daha önce
uzlaşma aşamasında
nakdi ödeme, trampa, idareye ait sınırlı
ayni hak tanınması
veya imar hakkı tanınması
şeklinde tanımlanan
takdir yetkisi kaldırılmış öncelik-sonralık
ilişkisi kurulmuştur.
Nakdi ödeme diğer
tüm olasılıkların
mümkün olmaması
durumunda önerilebilecektir. Hâlbuki
Anayasa’nın 46. Maddesinde kamulaştırma
hukukunun temel ilkeleri belirlenirken kamulaştırma
bedellerinin peşin ve nakden ödenmesi
kuralı getirmektedir. Yapılan
değişiklik istisnayı
kural haline getirmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin
18.03.1963 tarih ve 1963/10E., 1963/61K sayılı
kararında “Anayasa'nın
kişilere sağladığı
hakların en önemlilerinden
biriside mülkiyet hakkıdır.
Bu hakkın sınırlanması
veya ortadan kaldırılması
ancak kamu yararının
gerektirdiği hallerde caizdir.
Anayasa'nın 38 inci maddesi,
bu esası koymuş
ve kamu yararının
gerektirdiği hallerde de, gerçek
karşılıkları
peşin ödenmek
şartiyle
kişilerin taşınmaz
mallarının,
kamulaştırılmasını
kabul etmiştir. Bu konuda en önemli
unsur, (Gerçek karşılığın
peşin ödenmesi)
dir. (Gerçek karşılık)
deyimi, kamulaştırma
günündeki
serbest alım satımla
beliren tam değeri ifade eder.”
Görüşüne yer verilmiştir. Karar, tarih olarak eski olmasına
karşın, mevcut düzenlemenin
çok ilerisinde modern mülkiyet
hakkını vurgulamaktadır.
C. Dava
Çeşidi
Olarak Kamulaştırmasız
El Atma:
a.
Kamulaştırmasız
El Atma Davalarının
Gerekçesi:
5999 sayılı
Yasa ile getirilen geçici 6’ncı
maddenin gerekçesinde; “...Anayasada
dayanağı bulunmayan ve HAKSIZ FİİL
olarak da nitelendirilen kamulaştırmasız
el koyma suretiyle, temel insan haklarından olan mülkiyet
hakkına müdahale
edilmesi hâlinde, ilgili taşınmazın
bedelinin Devletçe malikine ödenmesinin
gerektiği tartışmasızdır”
ifadesi yer almaktadır. Yargıtay
içtihatlarında,
doktrinde ve madde gerekçesinde de kabul edildiği
üzere kamulaştırmasız
el atmalar “haksız
fiil” niteliğinde
bir eylemdir. Haksız fiil, doktrinde hukuka aykırı
olarak bir kimsenin şahsına
veya mal varlığına zarar vermek olarak tanımlanır.
Haksız fiil borç
kaynaklarından birisi kabul edilmiş
olup zararı veren tazminle sorumludur. Haksız
fiile muhatap olan kişinin, haksız
fiile sebebiyet veren kişiden zararını
isteme imkânı hukukun genel prensiplerindendir.
b.Dava
Çeşidi
olarak Değerlendirilmesi:
Yapılan
düzenlemede, fiili yol olarak görülen
kamulaştırmasız
el atmalar nedeniyle açılacak davalarda “sadece
tazminat” talebinde bulunulacağı
yönündeki ibare, Anayasa Mahkemesi'nin
01.11.2012 tarihli kararıyla iptal edilmiştir. Yüce mahkemenin iptal gerekçesinde
“
Taşınmazına
kamulaştırmasız
el atılan malikin sadece tazminat davası
açabileceğini
düzenleyen kural, malikin el atmanın
önlenmesi
ve ecri misil davası gibi mülkiyet
hakkından kaynaklanan davaları
açmasını
yasaklamakta, böylece hak arama özgürlüğünü
bu davalar yönünden
ortadan kaldırmaktadır.”
İfadelerine yer verilmiştir.
Yapılan
yeni düzenleme, Anayasa Mahkemesi’nin
iptal gerekçelerini görmezden
gelerek, daha da kısıtlayıcı,
kamulaştırmasız
el atma davalarının hukuki niteliği
ile ilgisi olmayan sınırlayıcı
bir yol izleyerek davaları sadece bedel tespiti davası
haline getirmiştir.
D. Kamulaştırmasız El Atmalarda
Uygulanacak Harçlar ve Vekalet Ücreti:
Tümüyle yeni eklenen fıkra,
kamulaştırmasız
el atma davalarını, yukarıda
açıklanan gerekçelerle
yanlış bir biçimde
sınıflandırararak,
tespit davası haline dönüştürüp,
eda davasında ortaya çıkan
nispi vekâlet ücretlerini
maktu hale getirmektedir. Avukatlık Asgari Ücret
tarifesinin üçüncü kısmının üst başlığı, “yargı
yerleri ile icra iflas dairelerinde yapılan ve konusu para olan veya para ile
değerlendirilebilen hukuki yardımlara
ödenecek ücret”
olarak tanımlanmıştır.
Bu tanım açıkça
göstermektedir ki, haksız
fiil niteliği taşıyan
kamulaştırmasız
el atma davaları çoğu kez tazminat davası
şeklinde devam etmektedir. Söz
konusu tazminat davalarında, yukarıda
da açıklandığı
üzere, mahkemeler kamulaştırmasız
el atma olgusunun varlığının tespitinden sonra ödenecek
tazminatı belirlemektedir. Maddi olayın
belirlenmesi aşamasında
dahi klasik bir tazminat davası ve haliyle eda davası
niteliğini taşıyan
bu davaları, diğer
tazminat davlarından ayırarak
tespit davası haline dönüştürmek
ve avukatlık ücretini o şekilde
tespit etmek hatalı bir yaklaşımdır.
Mahkemelerde söz konusu davalarda tazminat hükmü
kurarken, asgari ücret tarifesinden ayrılarak
neden ayrı bir düzenlemeye
gidileceği konusu belirsizliğini
korumaktadır. İdarenin
işlediği
bir “haksız
fiil”in, diğer
hukuk öznelerinin faili olduğu
haksız fiil türlerinden
farklı değerlendirilmesi
hukuk devletinde kabul edilemez. İdareye tanınan
bu ayrıcalık,
Anayasa’nın değiştirilmez
maddeleri içinde yer alan Hukuk Devleti ilkesi ve buna
bağlı olarak oluşan
“Kanuni İdare”
ilkelerinin açık ihlali olduğu
gibi, demokratik devlet anlayışıyla da bağdaşmamaktadır. Öte yandan, söz
konusu düzenleme Anayasa’nın
48. Maddesinde yer alan “Sözleşme
Hürriyeti”ni
de sınırlamaktadır.
Şöyle ki; avukat ile takip edilecek dava
için, avukat ve iş
sahibi arasında avukatlık
ücretini belirleyen bir ücret
sözleşmesi
akdedilir. Herhangi bir şekil şartına
tabi olmayan bu sözleşmedeki
avukatlık ücretinin, Avukatlık
Kanunu’nun 168. Maddesine dayanılarak
Türkiye Barolar Birliği
tarafından çıkarılan
ilgili yönetmelikte yer alan ücret
tarifesindeki miktarın altında
olamayacağı hüküm altına
alınmıştır. Taraflar arasında
kamulaştırmasız
el atma davalarının takibi karşılığında belirlenecek ücretin, dava sonucunda, HMK 441.
Maddede yargılama gideri olarak hükmedilecek
olan ve kabul red oranına göre
belirlenecek olan ücretten ibaret olması
mümkündür. Bu noktada, tarafların
hali hazırda devam eden bu tür
ücret sözleşmelerinin
söz konusu düzenleme
ile kanun koyucu eliyle değiştirilmesi sözleşme
serbestisini ortadan kaldıran bir durumdur. Halen devam etmekte
olan davalarda, HMK gereğince davanın
tarafı (asil) adına
hükmedilen vekalet ücretinin,
davanın sonucunda hüküm
altına alınmak
üzere, şimdiden
bir kazanılmış hak olacağı
açıktır. Nispi ücretin
maktu hale getirilerek söz konusu hakkın
geçmişe etkili olarak sınırlanması
ise halen devam eden bir özel hukuk uyuşmazlığında taraflardan biri lehine devlet eliyle haksız
kazanım yaratarak, Anayasa’nın
kanun önünde eşitlik
ilkesinin ihlali anlamına gelecektir.
Kamulaştırmasız
El Atma Tazminatlarının
Ödenme Usulü:
Yapılan
düzenlemeye göre
belediye ve il özel idareleri için,
bütçe gelirlerinin yüzde
ikisi, diğer idareler içinse
bütçe giderlerinin yüzde
ikisi, yapılacak tazminat ödemelerinde
kullanılacaktır.
Bu bütçelerin kesinleşmiş
alacakları karşılamadığı ölçüde, söz
konusu idareler gelecek yıllara etki edecek şekilde
taksitlendirme yapabilecektir. Söz konusu taksitlendirmelerde, taksit süresince
kanuni faiz ödenecektir. Bu düzenleme
ile Anayasa’nın kamulaştırmayı
düzenleyen 46. Maddesinde, kamulaştırmada
taksitlendirme yapılması
durumunda, taksitlere uygulanacak faiz oranının
kamu alacaklarına uygulanacak en yüksek
faiz uygulanması kuralının
dışına çıkılmıştır.
Kamu alacaklarına
uygulanacak yıllık faizin %23,4 olduğu,
yasal faizin ise yıllık %9 olduğu
düşünüldüğünde, herhangi bir süre
sınırlaması
bulunmayan taksitler için büyük
hak kayıpları
olacağı şüphe götürmez
bir gerçektir. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'nin birçok
kararında[2], mahkemenin, “kamulaştırma
tarihi ile bedelin ödendiği
zaman arasındaki farkın,
kısmen kanuni prosedürün
uzunluğundan kaynaklandığına
hükmetmiştir.
Bu nedenle, eski malikin taşınmazını
kaybetmesiyle uğradığı
zarar ikiye katlanmış; ferdin katlandığı
fedakarlık ile toplum
menfaati arasında bulunması
gereken adil denge bozulmuştur”
yargısına
varılmıştır. Bu kanunun uygulanmasından
kaynaklanacak sorunların başlıcası
taksit ödemelerindeki belirsizlik olacaktır.
Çünkü kesinleşmiş
mahkeme kararına dayanarak, kendisine ödeme
emri tebliğ edilmesine rağmen,
idarenin mağduriyetine çözüm
getirecek herhangi bir ödeme yapmaması,
mülkiyet hakkına
keyfi müdahale teşkil
eder ve kanunilik ilkesine aykırı olur. Ayrıca,
böyle bir halde, adil dengeden de söz
etmek mümkün değildir.
Madde gerekçesinde
yer alan “kamulaştırmasız
el koyma bedelleri ödendiği
takdirde, devlet kamu kurum ve kuruluşları
batar, 20-30 yıl tek çivi
çakamaz,
bu süre içerisinde
kamu hizmetleri aksar, bu toplumu felakete sürükler” iddiaları,
hukuki gerekçe olamaz.[3]
E. Hukuki
Kamulaştırmasız
El Atmada Görevli Mahkeme ve
Kanunun Derdest Davalara Etkisi:
a.İmar
Uygulamalarından Kaynaklı
Hukuki Kamulaştırmasız El Atma Olgusuna İlişkin
Yapılan Düzenleme.
Maddeye eklenen ilk cümle,
hali hazırda yargı
içtihatlarıyla
uygulama alanı bulan, hukuki kamulaştırmasız
el atmaya yasal zemin oluşturmak amacıyla
tesis edilmiştir. Ayrıca
adli ve idari yargı kolları
arasındaki göreve
ilişkin kargaşayı
sonlandırma arzusu taşımaktadır.
Madde metinindeki ifadesiyle “uygulama imar
planlarında umumi hizmetlere ve resmi kurumlara
ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların
uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan
taşınmazlar”
, doktrinde hukuki
kamulaştırmasız
el atma olarak tanımlanmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun
15.12.2010 tarih ve 2010/5-662E. , 2010/652K. sayılı
kararıyla, doktrinde uzun zamandan beri kabul
gören hukuki kamulaştırmasız
el atma, yargı içtihatlarına
da girmiş oldu. Adı
geçen kararda,
“Tüm
bu açıklamalar çerçevesinde;
uzun yıllar programa alınmayan
imar planının
fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle
kamulaştırma
ya da takas cihetine gitmeyen davalı
İdarenin,
malikin taşınmaz üzerindeki
tasarruf hakkını
belirsiz bir süre için
kullanılamaz hale getirdiği,
dolayısıyla
malikin taşınmazdan mülkiyet
hakkının
özüne
uygun şekilde yararlanma olanağı
kalmadığı, taşınmaz
malikinin mülkiyet hakkının
hukuksal bir nedene dayanılmadan İdarece
engellendiği kuşkusuzdur.
Bundan da öte; uzun yıllar
programa alınmayan imar planının
fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle
kamulaştırma
ya da takas cihetine gitmeyen davalı
İdarece,
pasif ve suskun kalınmak ve işlem
tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale
edildiği; bu haliyle İdarenin
eyleminin, mülkiyet hakkının
özüne
dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe
sahip bulunan kamulaştırmasız
el koyma olgusunun varlığı için
yeterli bulunduğu, her türlü
izahtan varestedir.” gerekçelerine
yer verilmiştir. Fakat süre
gelen zamanda bunun idari yargı konusu olduğu
yönündeki tartışmalar
son bulmamış ve konu Uyuşmazlık
Mahkemesi’ne taşınmıştır.
Uyuşmazlık
Mahkemesi, 09.04.2012 tarih ve 2012/41E. , 2012/77K sayılı
kararında, “3194 sayılı İmar
Kanunu'nun arazi ve arsa düzenlenmesine ilişkin 18. maddesinin uygulamasından
kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem
ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.” Görüşüne yer
vererek nihai kararını oluşturmuştur. Getirilen düzenleme, Uyuşmazlık
Mahkemesi’nin görüşünü benimsemiş ve konuyla ilgili ikili bir yapı oluşmasına neden
olmuştur.
b.Maddenin
Derdest Davalara da Uygulanacağına İlişkin
Düzenleme:
Hukuki güvenlik
ilkesi, temel haklarda korunan ortak bir değerdir.
Bu ilke, hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur
ve Anayasa’nın bütününe
egemen olan temel bir ilke görünümündedir. Hukuk devleti ilkesi, en kısa
tanımıyla; “vatandaşların
hukuki güvenlik içinde
bulundukları, devletin eylem ve işlemlerinin
hukuk kurallarına bağlı
olduğu" bir sistemi anlatır.
Hukuk devleti, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm işlem
ve eylemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden
kaçınmasını
gerektirir. Hukuk devleti ilkesi, bünyesinde birçok
alt ilke içeren genel bir ilke olduğundan
diğer bazı
ilkelerle birlikte ele alındığında kavranması
kolaylaşacaktır.
Anayasa Mahkemesi birçok kararında
“hukuki güvenlik
ilkesi”nin hukuk devletinin unsurlarından
biri olduğunu kabul etmiştir.
Anayasa Mahkemesi, 08.10.2003 tarih, 2003/67E. 2003/88K sayılı
kararında “Anayasa’nın
2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında
sayılan hukuk devleti, insan haklarına
dayanan, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri
hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
kurup bunu geliştirerek sürdüren,
hukuk güvenliğini
gerçekleştiren,
Anayasa’ya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm
devlet organlarına egemen kılan,
yargı denetimine açık,
yasaların üstünde
Anayasa’nın
ve yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk
ilkeleri bulunduğu bilincinde olan
devlettir. Bu bağlamda, hukuk
devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız
Anayasa’ya değil,
evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını
sağlamakla yükümlüdür.” İfadelerine yer verdikten sonra yasa değişikliklerinde
“hukuk
güvenliğini
sarsmayacak biçimde makûl
ve ölçülü
bir geçiş
süreci”
öngörülmesi gerekliliğine
vurgu yapmıştır.
Fakat söz
konusu değişiklikler hem yasa maddelerin geriye yürümezliği
hem de hukuki güvenilirliği
ilkelerini hiçe sayarak, maddenin kesinleşmemiş
tüm derdest davalara da uygulanacağı
hükmünü getirmiştir.
G. 04.11.1983
Tarihinden Sonra Yapılacak Kamulaştırmasız
El Atmalarda Uygulanacak Usul.
Madde metnine
getirilen yeni eklenen iki yeni fıkra mülkiyet
hakkını tümüyle hiçe
sayan yepyeni bir anlayış getirmektedir. Yapılan
değişiklikle birlikte 04.11.1983 tarihinden
sonra yapılan kamulaştırmasız
el atmalar için ödenecek
kamulaştırma bedelleri yukarıda
açıkladığımız
şekilde, idarelerin bütçelerinden
ayırdıkları
%2 lik bir bölümden bütçeleri
oranında, taksitler şeklinde
ve sıraya konularak ödenecektir.
Mevcut düzenlemeye göre,
idare normal kamulaştırma süreçlerine
ihtiyaç duymaksızın[4] bir taşınmaza fiili el atabilecek ve daha sonra
belirsiz miktarlarda belirsiz bir zaman diliminde, kamulaştırma
tazminatı ödeyebilecektir.
SONUÇ:
5999 sayılı
kanunla birlikte kamulaştırmasız
el atma yoluyla idarenin özel mülkiyete
hukuka aykırı bir biçimde
sınırlamalar getirmesinin önü
açılmıştı. Yapılan
son düzenleme ise kişisel
bir hak olan mülkiyet hakkını,
mülkiyet hakkını
düzenleyen Avrupa İnsan
Hakları Ek Protokolünün
1. Maddesini, Anayasanın
2, 35 ve 46. Maddeleri ve evrensel hukuk ilkelerini hiçe
sayarak devletin hükümranlığını
ilan eder bir niteliğe bürünmüştür.
Düzenlemenin bu şekilde
yürürlüğe girmesi hali hazırda
AİHM'de bekleyen dosya sayısını
kabartacağı gibi sayısız
hak ihlallerine neden olacak niteliktedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder